HACI MUHAMMED HİLMİ KUTLUBAY (HİLMİ BABA) HAZRETLERİNİN HAYATI

Hilmi Baba Hazretleri, İslâhiye kazası eski adı, Muhacirinatik, yeni adı Nogaylar köyünde 1936 yılında dünyâya gelmiştir. Babası Hacı Muhammed Bilal Nâdir Hazretlerinin yanında ve onun dizinin dibinde yetişmiştir. Hayatı boyunca, babasının yolundan ve izinden ayrılmamıştır.

Hilmi Baba Hazretleri şimdiye kadar ″Zuhurât-ı Bilal-i Nadir″, ″Batıl Görüşlerin İç Yüzü″, ″Bilal Nadirin Dilinden″ gibi 29 tane büyüklü-küçüklü kitap ile çok sayıda broşür yazmıştır. Bu kitaplardan ″Ehl-i Sünnet’te Birleşelim″ adlı beş bölümden oluşan kitabını 52 ilde ücretsiz olarak dağıtmıştır. Ayrıca ″Âyet ve Hadislerin Işığı Altında Ehl-i Sünnet Görüşünde Birle­şelim″ isimli kitabını da Orta Asya’daki ve Avrupa’daki bazı ülkelere göndermiştir. Vefatından sonra bu kitabı ve Zuhurât-ı Bilâl-i Nâdir adlı kitabının 5. cildi, Rusça ve İngilizceye çevrilip, Orta Asya’daki ve Avrupa’daki bazı ülkelere toplam yüz bin adet civarında ücretsiz olarak dağıtılmıştır.

Hilmi Babanın çok sayıda video ve teyp kasetleri vardır. Ayrıca hem yurt içinde, hem yurt dışında birçok konferans vermiştir. Bazı tv ve radyolarda da konuşma programları olmuştur.

Nurdağı ilçesine bağlı Hamidiye köyü çevresinde bulunan Ashâb-ı Güzin’den Ukkâşe bin Mihsan Hazretlerinin medfun olduğu tepeye, yedi kilometre uzaklıkta bulunan Kozuluk köyü yakınından kendi imkanlarıyla su getirmiştir. Kendi köyünün eski camisini yıkıp yerine daha büyük olan Hamidiye Camisini yaptırmıştır. Yine Gaziantep Karşıyaka semtinde Hacı Baba mahallesinde bulunan ″Hacı Baba Camii″ adı ile bilinen camiyi yaptırmıştır. Bunların dışında çevremizde bulunan Pazarcık, Çarpın, Tandırlı gibi daha pek çok köylerin camilerini de yaptırmış ve bir çok caminin yapılmasına da maddi ve manevi destek olmuştur.

Köyünün İlkokul ve Sağlık Ocağı gibi sosyal tesislerinde yapılacak olan çalışmalara ve maddi yardımlara da köy halkından daha fazla katkıda bulunmuştur. Bütün bu çalışmalarında ve hayatı boyunca hiçbir şekilde ne babası Bilal Baba Hazretleri ve ne de kendisi; ne sergi ile, ne makbuzla, ne imâ ile ve ne de başka usullerle para toplamamış ve bu gibi şeylere şiddetle karşı çıkmışlardır.

Yine bölgemizde halk arasında çıkan huzursuzluk, küskünlük ve kan davası gibi olaylarda halkı barıştırmış ve huzurun tesisinde çok büyük katkıları olmuştur.

Vatanına, milletine, bayrağına ve dinine bağlı yeni nesiller yetiştirilmesi hususunda topluma nasihatlarda bulunmuştur. Şimdiye kadar hiçbir siyasî görüşün içinde yer almamış ve kendine tabi olan kişilere de siyasetten uzak durmalarını tavsiye etmiştir.

Bilal Baba ve Hilmi Baba Hazretlerinin zaman zaman büyük kerâmetleri görülmüştür. Bunların bazıları kendiliğinden zuhur edip, bazıları da zaruret karşısında insanlara doğruyu ve hakkı göstermek için Allah’u Teâlâ’nın ve Resûlullah Efendimizin rızâsına uygun şekilde olmuştur. Bunlardan birisi de Hilmi Baba Hazretlerinin 1997 tarihinde ″Teksoy Görevde″ adlı tv programında, halkın gözü önünde horoza ateş ettirmesi sonucu horoza kurşun geçmemesi ve yıllardır yatalak ve felçli olan hastalara okuyup onların o anda ayağa kalkarak yürümesidir. O günler, 28 şubat sürecinin yaşandığı zamanlardı. Bu kerâmeti göstermesinin sebebi; o günlerde birtakım din düşmanlarının, sahte şeyhler üreterek hakiki şeyhleri ve tarikatları halka kötü göstermek amacıyla çok sayıda hileli yollara başvurup, hayat kadınlarını dahi bu işlere alet etmeleridir.

Hilmi Baba Hazretleri de, İslâm’a karşı yapılan bu saldırı karşısında sessiz kaldığı zaman Allah katında mesul olacağını düşünerek bu kerametleri göstermiştir. Evlatlarının kendisini bu işten vazgeçirebilmek için, Bu ″Teksoy Görevde″ programına katılması durumunda büyük sıkıntılar yaşayabileceğini, bu konunun çarpıtılarak aleyhinde kullanılıp hapse dahi girebileceğini ısrarla söylemelerine rağmen, kendisinde şeker hastalığı, kanser, kısmi felç ve kalp rahatsızlığı olması sebebiyle sürekli perhiz, ilaç ve yakınlarının bakımıyla ancak ayakta kalabildiği halde, kendisi hapse girmeyi ve her türlü riski göze alarak nefsine ne kadar zor da gelse, din için kendi hayatını, canını tehlikeye atıp böyle bir kerâmet göstermek zorunda kalmıştır. Böylece gerçek tarikatların nasıl olduğunu basın aracılığıyla bütün İslâm âlemine göstermiştir. İslâm toplumu da böylece gerçek tarikatların ve şeyhlerin nasıl olduğunu ve insanlık için ne kadar faydalı işler yaptıklarını görmüştür.

Bu gösterdiği kerâmetin neticesinde, birçok kez karakola ve mahkemeye giderek ifade vermiştir. Ayrıca dönemin kolluk kuvvetleri komutanı, elinde arama belgesi olmadığı halde keyfi olarak her gece Hilmi Baba Hazretlerinin evine gelip arama yaparak onu ve ailesini taciz etmiştir. O bölük komutanı kendisine; ″Benim bölgemi terkedip gideceksin, benim bölgemde durmayacaksın″ demiştir. Hilmi Baba Hazretlerinin de; ″Bana devletin resmi bir evrağını getirin, ben nereye diyorsanız oraya gideyim″ demesi üzerine o komutan; ″Ben sana resmi bir yazı veremem, ama sen benim bölgemde durmayacaksın″ der ve her gece evine gelerek arama bahanesi ile onun gitmesi için psikolojik olarak baskı yapmıştır. Hilmi Baba Hazretleri bu taciz karşısında evini terkedip Gaziantep’e ve Kahramanmaraş’a gitmek zorunda kalmıştır. Bir müddet bu şekilde evine gelememiştir.

Büyük belâ ve sıkıntıları Allah’u Teâla Peygamberlerine ve veli kullarına verir. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 155’te şöyle buyurmaktadır:

″Yemin olsun ki, Biz sizleri elbette biraz korku ve açlık ile, mallardan, canlardan ve mahsullerden eksilterek imtihan ederiz. Ey Habîbim! Sabredenleri müjdele.″

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

أَشَدُّ النَّاسِ بَلَاءً الْأَنْبِيَاءُ ثُمَّ الْعُلَمَاءُ ثُمَّ الْأَمْثَلُ فَالْأَمْثَلُ (طب ك عن سعد بن أبي وقاص)

″İnsanlardan belanın en şiddetlisi peygamberlere, sonra evliyalara, sonra onlara en çok benzeyenlere ve çok benzeyenlere gelir.″[1]

إِنَّ الرَّجُلَ لَتَكُونَ لَهُ الدَّرَجَةَ عِنْدَ اللّٰهِ تَعَالَى لَا يَبْلُغُهَا بِعَمَلٍ حَتَّى يُبْتَلَى بِبَلَاءٍ فِي جِسْمِهِ فَيَبْلُغُهَا بِذَلِكَ.

″Kişinin Allah katında bir derecesi olur. O dereceye cisminde bir bela ile mübtela olmadıkça ulaşamaz. Bu ibtila sayesinde o dereceye ulaşır.″[2]

أَنَّ رَجُلًا قَالَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ ذَهَبَ مَالِي وسَقِمَ جَسَدِي فَقَالَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَا خَيْرَ فِي عَبْدٍ لَا يَذْهَبُ مَالُهُ وَلَا يَسْقَمُ جِسْمُهُ إِنَّ اللّٰهَ إِذَا أَحَبَّ عَبْدًا ابْتَلَاهُ وَإِذَا ابْتَلَاهُ صَبَّرَهُ (ابن أبي الدنيا في كتاب المرض والكفارات عن أبي سعيد الخدري)

Adamın biri: ″Yâ Resûlallah! Hem servetim gitti, hem de vücudum hastalandı″ dedi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki: ″Serveti kaybolmayan ve vücudu hastalanmayan kulda hayır yoktur. Allah’u Teâlâ bir kulu sevdiği vakit ona ibtilâ verir. İbtilâ verdiği zaman da ona sabretmesini öğretir.″[3]

مَثَلُ الْمُؤْمِنِ كَمَثَلِ الزَّرْعِ لَا تَزَالُ الرِّيَاحُ تُفَيِّئُهُ وَلَا يَزَالُ الْمُؤْمِنُ يُصِيبُهُ بَلَاءٌ وَمَثَلُ الْمُنَافِقِ مَثَلُ شَجَرَةِ الْأَرْزِ لَا تَهْتَزُّ حَتَّى تُسْتَحْصَدَ (ت عن ابى هريرة)

″Mü’min mütemadiyen rüzgârın eğici tesirine maruz bir bitkiye benzer. Mü’min devamlı belâlarla baş başadır. Münâfığın misâli de çam ağacı gibidir. Kesilip kaldırılıncaya kadar hiç ırgalanmaz.″[4]

إذَا أَرَادَ اللّٰهُ بِعَبْدٍ خَيْرًا وَأَرَادَ أَنْ يُصَافِيَهُ صَبَّ عَلَيْهِ الْبًلَاءَ صَبًّا وَثَجَّهُ عَلَيْهِ فَإَذَا دَعَاهُ قَالَتِ الْمَلَائِكَةُ: صَوْتٌ مَعْرُوفٌ وَإِنْ دَعَاهُ ثَانِيًا قَالَ: يَا رَبِّ, قَالَ اللّٰهُ تَعَالَى: لَبَّيْكَ عَبْدِي وَسَعْدَيْكَ لَا تَسْأَلُنِي شَيْئًا إِلَّا أَعْطَيْتُكَ أَوْ دَفَعْتُ عَنْكَ مَا هُوَ خَيْرٌ وَادَّخَرْتُ لَكَ عِنْدِي مَا هُوَ أَفْضَلُ مِنْهُ فَإِذَا كَانَ يَوْمُ الْقِيَامَةِ جِيءَ بِأَهْلِ الْأَعْمَالِ فَوُفُّوا أَعْمَالَهُمْ بِالْمِيزَانِ أَهْلِ الصَّلَاةِ وَالصِّيَامِ وَالصَّدَقَةِ وَالْحَجِّ ثُمَّ يُؤْتَى بِأَهْلِ الْبَلَاءِ فَلَا يُنْصَبُ لَهُمْ مِيزَانٌ وَلاَ يُنْشَرُ لَهُمْ دِيوَانٌ يُصَبُّ عَلَيْهِمُ الْأَجْرُ صَبًّا كَمَا كانَ يُصَبُّ عَلَيْهِمُ الْبَلَاءُ صَبًّا فَيَوَدُّ أَهْلُ الْعَافِيَةِ فِي الدُّنْيَا لَوْ أَنَّهُمْ كَانَتْ تُقْرَضُ أَجْسَادُهُمْ بِالْمَقَارِيضِ لَمَا يَرَوْنَ مَا يَذْهَبُ بِهِ أَهْلُ الْبَلَاءِ مِنَ الثَّوَابِ فَذَلِكَ قَوْلُهُ تَعَالَى إِنَّمَا يُوَفَّى الصَّابِرُونَ أَجْرَهُمْ بِغَيْرِ حِسَابٍ. (عن أنس)

″Allah’u Teâlâ bir kuluna iyiliği murad edip onu safileştirmeği dilediği vakit onun üzerine alabildiğine belâyı yağdırır. O kimse Allah’a duâ ettiği vakit melekler:

- Bu bilinen bir sestir derler, ikinci defa duâ edip; Yâ Rabbi! dediği vakit Allah’u Teâlâ söyle ey kulum! İstediğini yapmaya hazırım. Ya istediğini veririm yahut senden şimdi iyiliği kaldırır, kıyâmette daha iyisini veririm. Kıyâmet günü olduğu vakit namaz kılan, oruç tutan, sadaka verip hac eden amel sahipleri gelir. Sevapları tartılır ve bol bol mükâfatları verilir. Sonrada dünyâda felaket ve musibetlere mübtelâ olanlar gelir. Onlar için mizan kurulmaz, defter açılmaz. Dünyâda üzerine musibetler yağdırıldığı gibi bu defada üzerlerine bol mükâfatlar yağdırılır. Hatta dünyâda bir belâ ile mübtelâ olmayanlar ″Keşke bizim de vücutlarımız makaslarla biçilseydi de bugün bunların aldıkları sevabı alsaydık″ derler. İşte bu Allah’u Teâlâ’nın: ″… Şüphesiz ki, sabredenlere mükâfatları hesapsız verilecektir.(Sûre-i Zümer, Âyet 10) buyurduğunun anlamıdır, buyurmuştur.[5]

Yukarıda geçen Âyet-i Kerîme’lere ve Hadis-i Şerif’lere göre; Peygamberlere ve büyük zatlara derecelerine göre Allah’u Teâlâ, ibtilalar verdiği gibi Hilmi Baba Hazretlerine de hayatı boyunca dini mubine yapmış olduğu hizmetlerin karşılığı olarak aynı şekilde ibtilalar nasip ederek şereflendirmiştir.

Yeri ve zamanı geldiğinde, İslâmiyet ve insanları ayıktırmak için kendisine ″Hazretleri″ denilen Evliyaullah’ın tamamı, ihtiyaç hasıl olduğunda zaman zaman kerâmetler göstermişlerdir. Ehl-i Sünnet itikadına göre; evliyaların kerâmet göstermesi câizdir.[6]

Abdulkâdir Geylâni Hazretlerinin kabirdeki ölüleri diriltmesi, Muhiddin Arabi Hazretlerinin kırk tane papazı hem öldürüp hem diriltmesi vardır. Ayrıca Seyyid Ahmed Rufâi Hazretlerinin de çok açık kerâmetleri görülmüştür. O zamanının âlimleri tarafından kendisine; kerâmetini bu kadar aşikare göstermesinin yanlış olduğunu ve yapmaması gerektiğini söylemeleri üzerine Seyyid Ahmed Rufâi Hazretleri: ″Ben gösterdiğim bütün kerâmetleri İslâmiyet ve insanların faydası için, gerektiğinde gösteriyorum. Gösterdiğim kerâmetten Allah’u Teâlâ da râzı, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem de râzı″ der. Ama onları inandıramıyor. Onlara: ″Hep birlikte, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mübârek Kabr-i Şerif’ine gidelim ben; ″Yâ Resûlallah! Göstermiş olduğum kerâmetlerden razıysan mübârek elini bana uzat, ben de öpeyim, bu insanlar da benden razı olduğunuzu görsünler″ diyeyim. Eğer benden razıysa elini uzatır, ben de o mübârek elini öperim, sizde benim haklı olduğumu anlarsınız. Eğer elini mübârek Kabr-i Şerif’inden uzatmazsa, o zaman da benim yaptığımın yanlış, sizin söylediğinizin doğru olduğunu anlarım″ der. Böylece hep birlikte Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in mübârek Kabr-i Şerif’’ine gelirler. Seyyid Ahmed Rifâî Hazretleri de aynı önceki söylediği gibi söyler ve Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem mübârek sağ elini Kabr-i Şerif’inden dışarı uzatır. Seyyid Ahmed Rıfâi Hazretleri de o mübârek eli öpüp yüzüne sürer.[7]

İşte Seyyid Ahmet Rufâî Hazretlerinin bu kerâmetinden de anlaşıldığı üzere yeri ve zamanı geldiğinde büyük zatların kerâmet göstermesinde hiçbir sakınca olmadığı anlaşılmaktadır.

Hacı Muhammed Hilmi Kutlubay Hazretleri 19-20 Aralık 1999 günü Pazar’ı Pazartesi’ye bağlayan gece saat 23.30’da Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur. Kabr-i Şerifi; Nurdağı Kazası, Hamidiye (Danacık) köyündedir.


[1] Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 5472; Taberani, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 20096.

[2] İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 4, Hadis No 140; İmâm-ı Azam Ebû Hanife, Müsned, Hadis No: 433/1.

[3] İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 4, Hadis No: 139.

[4] Sahih-i Buhârî, Merdâ 1; Sünen-i Tirmizî, Emsâl 4.

[5] İmam Gazâli, İhyâ-u Ulûm’id-Din, c. 4, Hadis No 143.

[6] Maturidiyye Akaidi, Nurettin es-Sabuni, Diyanet İşleri Başkanlığı yay. 2. baskı; s. 123

[7] Mirat’ul-Haremeyn, c. 4, s. 119-122.


.