Ecel:

Ecel:

Ecelin iki yönü vardır. Ecel-i Müsemmâ ve Ecel-i Muallak‘tır.

Ecel-i Müsemmâ: Vakti geldiğinde; günü, saati, dakikası, saniyesi bile şaşmayan eceldir. Görünüşte bir şey bir şeye sebep olur, eceli gelen kişi sapasağlam dahi olsa ölür. Bu şekilde ecelin vakti gelince, ne bir an ileri alınır, ne de bir an geri bırakılır. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Münâfikûn, Âyet 11’de: ″Halbuki Allah’u Teâlâ, hiçbir şahsı eceli geldiği vakit sonraya bırakmaz″ diye buyurmuştur. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

إِنَّ اللّٰهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى إِذَا أَرَادَ قَبْضَ رُوحِ عَبْدٍ بِأَرْضٍ جَعَلَ لَهُ فِيهَا أَوْ قَالَ بِهَا حَاجَةً (حم عن ابى عزة)

″Allah’u Teâlâ bir kulun ruhunu bir yerde almayı dilediğinde, onun için orada bir ihtiyaç yaratır.″[1]

Ecel-i Muallak (Ecel-i Kazâ): Bir sebebe bağlı olarak değiştirilmesi takdir edilmiş eceldir. Her nefsin eceli, Levh-i Mahfuz’da belirlenmiştir. Kulların dünyâda yaptıkları amelerine göre, ömürlerinin uzayıp kısalması Allah’ın takdirindedir. Bu husus Sûre-i Ra’d, Âyet 39’da şöyle geçmektedir:

Allah’u Teâlâ, dilediği hükmü siler ve dilediğini sâbit bırakır. Ana kitap (Levh-i Mahfuz) O’nun katındadır.″

Meselâ: Allah’u Teâlâ, Yunus Aleyhisselâm’ın kavmini helâk etmek üzere belâ gönderince, onlar belânın ilk alâmetlerini gördüğünde hemen îman edip tevbe etmeleri neticesinde, üzerlerindeki belâ kalkmış ve ömürleri de uzamıştır. Bu husus Sûre-i Yûnus, Âyet 96-98’de şöyle geçmektedir:

″Şüphesiz ki, aleyhlerinde Rabbinin kelimesi (hükmü) hak olanlar, îman etmezler.* Onlar, elim azâbı görünceye kadar delillerin hepsini görseler de yine îman etmezler.* Helâk olan bir belde ahâlisi, onlara azap inmeden önce îman etselerdi de bu îmanları kendilerine fayda verseydi ya! Ancak Yunus’un kavmi, azap işâretlerini görür görmez îman ettiler. Biz de onlardan, dünyâ hayatında zelil olacakları azâbı kaldırdık ve onları bir müddete kadar faydalandırdık.″

Ömrün uzayabileceğine dair Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

بِرُّ الْوَالِدَيْنِ يَزِيدُ فِي الْعُمُرِ وَالدُّعَاءُ يَرُدُّ الْقَضَاءَ وَالْكَذِبُ يَنْقُصُ الرِّزْقَ (عد والديلمي عن أبي هريرة)

″Anne ve babaya yapılan iyilik ömrü uzatır. Duâ kazâyı önler. Yalan da rızkı eksiltir.″[2]

إِنَّ صَدَقَةَ الْمُسْلِمِ تَزِيدُ فِي الْعُمُرِ، وَتَمْنَعُ مِيتَةَ السُّوءِ، وَيُذْهِبُ اللّٰهُ بِهَا الْكِبْرَ وَالْفَخْرَ (طب عن كثير بن عبد اللّٰه المزنيّ)

″Müslüman bir kimsenin verdiği sadaka, ömrünü artırır ve kötü sondan muhafaza eder ve Allah’u Teâlâ ondan kibir ve gururu giderir.″[3]

مَنْ سَرَّهُ أَنْ يُبْسَطَ لَهُ فِي رِزْقِهِ أَوْ يُنْسَأَ لَهُ فِي أَثَرِهِ فَلْيَصِلْ رَحِمَهُ (خ عن انس وعن ابى هريرة)

″Kim rızkının bol olmasını ve ömrünün uzamasını arzu ederse, sıla-i rahim yapsın.″[4]

Yine kulların yaptıkları kötü ameller sebebiyle ömürlerinin kısalacağına dair Allah’u Teâlâ Sûre-i Enfâl, Âyet 54’te şöyle buyurmuştur: ″Onların bu hâli, Âl-i Firavun (Firavun ve adamları) ile onlardan öncekilerin hâli gibidir. Onlar, Rablerinin âyetlerini yalanlamışlardı. Biz de onları günahları sebebiyle helâk ettik ve Âl-i Firavun’u da denizde gark ettik. Bunların hepsi zâlim idiler.″

Bu husus İbn-i Abbas Radiyallâhu anhumâ‘dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te de şöyle geçmektedir:

مَا ظَهَرَ الْغُلُولُ فِي قَوْمٍ قَطُّ إِلَّا أُلْقِيَ فِي قُلُوبِهِمْ الرُّعْبُ وَلَا فَشَا الزِّنَا فِي قَوْمٍ قَطُّ إِلَّا كَثُرَ فِيهِمْ الْمَوْتُ وَلَا نَقَصَ قَوْمٌ الْمِكْيَالَ وَالْمِيزَانَ إِلَّا قُطِعَ عَنْهُمْ الرِّزْقُ وَلَا حَكَمَ قَوْمٌ بِغَيْرِ الْحَقِّ إِلَّا فَشَا فِيهِمْ الدَّمُ وَلَا خَتَرَ قَوْمٌ بِالْعَهْدِ إِلَّا سَلَّطَ اللّٰهُ عَلَيْهِمْ الْعَدُوَّ (موطأ عن ابن عباس)

″Bir kavimde devlet malından hırsızlık zuhur ederse, Allah’u Teâlâ o kavmin kalplerine korku koyar. Bir kavim içinde zinâ yayılırsa, orada ölümler artar. Bir kavim ölçü ve tartıyı noksan ederse, Allah ondan rızkı keser. Bir kavmin mahkemelerinde haksız yere hüküm verilirse, o kavimde mutlaka kan yaygınlaşır. Bir kavim ahdinden dönerse, Allah onlara mutlaka düşmanlarını musallat eder.″[5]

Ayrıca tedbir almayarak tehlikeden sakınmayan kimselerin de ömürleri kısalabilir. Bir kimse sürekli tehlikeli işler yaparsa, meselâ: Devamlı frensiz arabaya binerse, tedbirini almadığı için muhakkak kazâ yapar, bu şekilde erken ölebilir. Çünkü tedbir almak dinimizin bir emridir. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Enfâl, Âyet 60’ta şöyle buyurmaktadır: ″Ey Mü’minler! Onlara karşı gücünüzün yettiği her kuvvetten ve atlardan hazırlayın...″

Yine bu hususta Enes b. Mâlik Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

″Yâ Resûlallah! devemi bağlayıp da mı, yoksa salıverip de mi Allah’a tevekkül edeyim?″ diye soran bir adama, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

اعْقِلْهَا وَتَوَكَّلْ (ت عن انس)

Deveni bağla ve sonra tevekkül et.″[6]

Kader mevzuunda olduğu gibi ecelin de böyle iki yönü vardır. Sonuç olarak Allah’u Teâlâ’nın İlm-i Ezeliyesi bakımından kader de ecel de tektir.

Soru: Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Efendimiz;

صِلَةُ الرَّحِمِ تَزِيدُ فِى الْعُمْرِ.

″Hısım ve akrabayı ziyâret ömrü uzatır″[7] buyurmuştur. Eğer insanın tek eceli olsaydı, onun uzaması düşünülmezdi?

Cevap: Bu Hadis-i Şerif’te yer alan ″Ziyâde″nin izahı şöyledir: Hısım ve akrabayı ziyâret etmeseydi, o kimsenin ömrünün meselâ; elli yıl olacağı Allah’u Teâlâ’nın ilminde mevcuttu. Bunun yanında Cenâb-ı Hakk onun hısım ve akrabayı ziyâret edeceğini ve bu sebeple ömrünün yetmiş yıl olacağını da biliyordu. Binâenaleyh burada yüce Allah’ın hüküm ve irâde ettiği, onun hısım ve akrabasını ziyâret ederek yetmiş yıl yaşayacağı şıkkıdır. İşte aradaki yirmi yıl bu meziyeti sebebiyle –sılai rahim yapmamış olsaydı ömrünün elli yıl olacağına dair ilmi ilâhiye nazaran- bir ziyâde (ömrün uzaması) sayılmıştır. Bu izah tarzı şu temele istinâd ediyor ki Allah’u Teâlâ, icat edilecek ma’dûmun (mevcut olmayanın) nasıl icat edileceğini bildiği gibi icat edilmeyecek ma’dûmun, şayet icat edilecek olsaydı nasıl icat edilebileceğini de bilir. Tıpkı Cehennemliklerin, dünyaya döndürülmeyeceklerini bildiği halde şayet dünyaya iade edilecek olsalardı eski küfürlerine döneceklerini şu Âyet-i Kerîmesiyle haber verdiği gibi: ″… Eğer tekrar dünyâya dönseler, yine nehyedildikleri fenâlıklara dönerlerdi. Şüphesiz ki onlar, yalancıdırlar.″[8]

Ehl-i Sünnete göre; öldürülen bir şahıs da Allah’u Teâlâ’nın kendisine takdir etmiş olduğu ecelin gelmesi sebebiyle ölmüştür. Bir kazâ sonucu ölen de böyledir. Çünkü Allah’u Teâlâ, yerde ve gökte, gizli ve âşikâr olmuş ve olacağı, gelmiş ve geleceği dil ile söyleneni hattâ hatıra geleni dahi ilm-i ezeliyesiyle bilir. Şu halde bilmediği bir şey yoktur. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Talâk, Âyet 12’de şöyle buyurmaktadır: ″… Muhakkak Allah’u Teâlâ’nın her şeyi ilmiyle kuşattığını bilesiniz.″


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 14990, 20980.

[2] Kenz’ul-Ummal 45520; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 244/3.

[3] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 13508; Kenz’ül-İrfan, Hadis No: 355.

[4] Sahih-i Buhârî, Buyû 13, Edeb 12.

[5] İmam Mâlik, Muvatta, Cihat 13.

[6] Sünen-i Tirmizî, Sıfat-ı Kıyâmet 60; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 336/13.

[7] Mâturidiyye Akâidi, s. 159; Sahih-i Buhârî, Buyû 13, Edeb 12.

[8] Sûre-i En’am, Âyet 28.


.