FÂİZ (RİBÂ):

Fâiz lügatte, mutlak surette artma, çoğalma demektir. Fıkhî bir terim olarak; bir malın, diğer mal karşılığında verilirken alıcı ile satıcıdan birisi için karşılıksız verilmesi şart kılınan fazla maldır.

Fâiz, Kur’ân’da da Sünnet’te de haram kılınmıştır. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 275’te şöyle buyurmaktadır:

Fâiz yiyenler, (kabirlerinden) ancak cin çarpmış gibi kalkarlar. Bu ise onların, ″Alışveriş de fâiz gibidir″ demeleri sebebiyledir. Halbuki Allah’u Teâlâ, alışverişi helâl, fâizi haram kılmıştır. Rabbinin bu öğüdünden sonra, artık fâiz almaktan vazgeçenlerin, evvelce almış oldukları fâiz kendilerinden geri alınmaz. Onun hükmü Allah’a aittir. Fakat bu yasaktan sonra fâiz yemeye devam edenler, işte onlar, Cehennem ehlidirler ve orada ebedî kalacaklardır.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de fâiz hakkında Vedâ Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:

أَلَا كُلُّ شَيْءٍ مِنْ أَمْرِ الْجَاهِلِيَّةِ تَحْتَ قَدَمَيَّ مَوْضُوعٌ وَدِمَاءُ الْجَاهِلِيَّةِ مَوْضُوعَةٌ وَإِنَّ أَوَّلَ دَمٍ أَضَعُ مِنْ دِمَائِنَا دَمُ ابْنِ رَبِيعَةَ بْنِ الْحَارِثِ كَانَ مُسْتَرْضِعًا فِي بَنِي سَعْدٍ فَقَتَلَتْهُ هُذَيْلٌ وَرِبَا الْجَاهِلِيَّةِ مَوْضُوعٌ وَأَوَّلُ رِبًا أَضَعُ رِبَانَا رِبَا عَبَّاسِ بْنِ عَبْدِ الْمُطَّلِبِ فَإِنَّهُ مَوْضُوعٌ كُلُّهُ (م عن جابر) فِى مُسْنَدِ اَحْمَد بِالزِّيَادَةِ: لَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لَا تَظْلِمُونَ وَلَا تُظْلَمُونَ (حم عن أبي حرّة الرّقاشيّ عن عمه)

″İyi bilin ki, câhiliye devrine ait bütün çirkin işler ayaklarımın altında ve kaldırılmıştır. Câhiliye devrinde güdülen bütün kan dâvâları kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan dâvâsı da bize ait kan dâvâlarından İbn-i Rebîa b. Hâris b. Abdulmuttalib’in (Çocuğu için sütannesi aramakta iken Hüzeyl’in haksız yere öldürdüğü amcamın oğlunun) kan dâvâsıdır. Câhiliye fâizleri de kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk fâiz, (amcam) Abbas b. Abdulmuttalib’in fâiz alacağıdır. Artık tüm fâizler kaldırılmıştır. Fakat anaparalarınız size aittir, sizin hakkınızdır. Ne bundan fazlasını isteyip borçlulara zulmedin, ne de hakkınızdan aşağı alıp mazlum durumuna düşün!″[1]

Ayrıca Allah’u Teâlâ, Sûre-i Bakara, Âyet 276’da: ″Allah’u Teâlâ, fâizin girdiği malı mahveder…″ diye buyurmuş, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de:

مَا أَحَدٌ أَكْثَرَ مِنْ الرِّبَا إِلَّا كَانَ عَاقِبَةُ أَمْرِهِ إِلَى قِلَّةٍ (ه عبد اللّٰه بن مسعود)

″Sizden birinin fâiz ile malı çoğalsa dahi, sonunda eksilmeye mahkûmdur″[2] diye buyurmuştur.

Bir alışverişin fâiz olmasının sebebi, miktar ve cinstir. Bu sebeple ölçü ve tartı ile olan şeyleri kendi cinsiyle, fazlalıkla veya veresiye ile alışveriş haramdır. Meselâ; buğdayı buğdayla, altını altınla veresiye alışveriş yapmak gibi. Ölçü ve tartı ile olan şeyler, kireç ve demir gibi yenmeyen şeyler dahi olsa yine fazlalıkla veya ve­resiye ile alışveriş yapmak haramdır. Bu zikredilen eşyalarda peşin muâmele ile aynı miktarda olmak kaydıyla alışveriş yapmak he­lâldir. Bu takdirde, ölçü altına girmeyen şeyler de fâiz olmaz. Bir avuç buğday gibi. Tartı altına girmeyen şeylerde de fâiz olmaz. Bir zerrecik altın gibi. Bir yumurtayı iki yumurtaya, bir hurmayı iki hurmaya ve bir cevizi iki cevize satmak da böyledir. Zîrâ miktarları ölçü ve tartı ile tespit edilemediğinden fâiz gerçekleşmez.

Eğer bir alışverişin fâiz olmasının sebebi olan cins ve miktardan iki vasıf da bulunsa, fazlalıkla meselâ; bir ölçeği iki ölçekle peşin dahi olsa böyle alışveriş haramdır. Aynı şekilde vere­siye olursa da haramdır. Şâyet cins ve miktar olan bu iki vasıf bulunmasa, fazlalıkla veya vere­siye ile alışveriş helâl olur. Çünkü bu durumda bir alışverişin fâiz olmasını sağlayan iki vasıf da bulunmamaktadır. Eğer bu iki vasıftan ancak birisi bulunsa, peşin olarak fazlalıkla yapılan alışveriş helâl olur, veresiye olarak yapılan alışveriş ise helâl olmaz. Meselâ; bir ölçek buğdayı iki ölçek arpayla, peşin olarak alışveriş yapmak caizdir. Zîrâ iki vasıftan biri olan ölçek mevcuttur. Vasıflardan diğeri olan cins birliği ise yoktur. Bu sebeple bu satış helâldir. Yine Hirevî olan (bir cins kumaş) elbiseyi diğer bir Hirevî olan elbi­seye ve bir ölçek buğdayı bir ölçek arpaya veresiye olarak alışveriş yapmak sahih olmaz. Zîrâ elbisede cins birliği ve buğday ile arpada ise, aynı ölçek olmakla ve­resiye satış yapmak haram olmuştur.

Bir alışverişin fâiz olmasının sebebinin, miktar ile cins olduğuna dair delil, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in şu Hadis-i Şerif’idir:

اَلذَّهَبُ بِالذَّهَبِ وَالْفِضَّةُ بِالْفِضَّةِ وَالْبُرُّ بِالْبُرِّ وَالشَّعِيرُ بِالشَّعِيرِ وَالتَّمْرُ بِالتَّمْرِ وَالْمِلْحُ بِالْمِلْحِ مِثْلًا بِمِثْلٍ يَدًا بِيَدٍ فَمَنْ زَادَ أَوْ اسْتَزَادَ فَقَدْ أَرْبَى الْآخِذُ وَالْمُعْطِي فِيهِ سَوَاءٌ (م عن أبى سعيد الخدرى) فى رواية آخر: اِلَّا مَاخْتَلَفَتْ أَلْوَانُهُ (م عن عبادة بن الصامت)

″Altınla altın, gümüşle gümüş, buğdayla buğday, arpayla arpa, hurmayla hurma, tuzla tuz misli misline ve peşin olarak alışveriş yapılması câizdir. Her kim fazla verir veya alırsa muhakkak ki fâiz yapmış olur. Alan ile veren bu hususta eşittir.[3] Bir diğer naklinde: ″Ancak bunların cinsleri ayrı ayrı olursa müstesnâdır (fazla olmasında sakınca yoktur)[4] ilâvesi de vardır.

Hanefi mezhebinde; bir alışverişin fâiz olmasının sebebi, miktar ile cinstir. Altın ile gümüşte, tartı; diğer dört şeyde ise ölçüdür. Bu bakımdan kireç, darı gibi ölçekle satılan; bakır, demir, kalay gibi tartı ile satılan herşeyde fâizin hükmü ispat edilmiştir. Hulâsâ; ölçü veya tartıyla satılan başka şeyler de bunlarla kıyas edilirler.

- Altını, altına veya gümüşü, gümüşe yahut altını, gümüşe yahut gümüşü, altına satmakta tâyin etmek ve aynı yerde alıp vermek şarttır. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyi ve sellem:

اَلْفِضَّةُ بِالْفِضَّةِ هَاءَ وَهَاءَ.

″Gümüş, gümüşle ancak peşin olarak satılabilir″[5] buyurmuştur.

- Peygamber Efendimiz tarafından buğday, arpa, hurma, tuz gibi fâizin ölçek olarak haram olduğu bildirilmiş olan şeyler dâimâ ölçektir. Altın, gümüş gibi tartı olarak bildirilmiş şeyler de dâimâ tartıdır. İnsanlar sonradan bunları başka türlü alıp verseler bile, yine bunların hükmü Peygamber Efendimiz tarafından bildirildiği üzeredir. Zîrâ delil, örf ve âdetten kuvvetlidir. Kuvvetli olan bir delil varken, zayıf olan bir şeyle amel edilmez. Bu altı şeyden başka Peygamber Efendimiz tarafından ölçekle mi, tartıyla mı olduğu bildirilmeyen şeyler hakkında insanların örf ve âdeti muteberdir. Zîrâ Peygamberimiz Sallallâhu aleyi ve sellem:

مَا رَآهُ الْمُؤْمِنُونَ حَسَنًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ حَسَنٌ، وَمَا رَآهُ الْمُؤْمِنُونَ قَبِيحًا فَهُوَ عِنْدَ اللَّهِ قَبِيحٌ (طب عن عبد اللّٰه بن مسعود)

″Mü’minlerin güzel gördükleri, Allah katında da güzeldir ve çirkin gördükleri, Allah katında da çirkindir″[6] diye buyurmuştur. Bu takdirde tartıyla misli misline olsa bile buğdayı, buğdaya satmak câiz değildir. Zîrâ buğday, ölçekle satılır. Ölçüldüğü takdirde fazla olma ihtimâli vardır. Ölçekle misli misline olduğu halde altnı, altına satmak câiz değildir. Zîrâ altın, tartıyla satılır. Tartıldığı takdirde fazla çıkabilir.

- Pamuk olma itibariyle cinsleri ayrı olduğu için, pamuk ipliğinden dokunmuş bezi, pamuğa satmak câizdir.

- Eti, canlı hayvanla satmak câizdir. Zîrâ tartıyla satılan bir şeyi, tartıyla satılmayan bir şeyle satmak aynı türdendir. İmam Muhammed’e göre; eti, aynı cinsten olan hayvanla satmak câiz değildir. Ama et ile hayvanın cinsi değişik olursa câizdir.

- Unu, un ile ölçekle eşit olarak satmak câizdir. İmam-ı Âzam’a göre; ne eşit olarak ne de fazlalıklı olarak unu, kavrulmuş unla satmak câiz değildir. İmam Ebû Yusuf ile İmam Muhammed’e göre ise; cinsleri ayrı olduğu için kavrulmuş unu, unla satmak câizdir.

Buğdayı, un ile yahut kavrulmuş un ile eşit de olsa, bunlardan biri fazla da olsa satmak câiz değildir.

- Yaş hurmayı, yaş hurmayla ölçekle eşit olarak satmak câizdir. Zîrâ kuru hurmayı, kuru hurmayla satmak aynı türdendir. Yaş hurmayı, kuru hurma ile; yaş üzümü, kuru üzüm ile ölçekle eşit olarak satmak câizdir. Bu hüküm, İmam-ı Âzam’ göredir. İmam-ı Ebû Yusuf ve İmam Muhammed’e göre; yaş hurmayı, yaş hurma ile yahut yaş hurmayı, kuru hurma ile veyahut yaş üzümü, kuru üzüm ile satmak câiz değildir. Zîrâ tâze olan şeyler, kuruyunca eksilir.

- Rutubetli buğdayı yahut ıslanmış buğdayı kendi gibi rutubetli yahut ıslanmış buğdayla veya kuru buğdayla ölçekle eşit olarak satmak câizdir. Islanmış kuru hurmayı yahut ıslanmış kuru üzümü, ölçekle eşit olarak kendileri gibi olanlarla satmak da câizdir. İmam Muhammed’e göre ise; câiz değildir.

- Bir hayvanın etini, kendi cinsinden olmayan bir hayvanın etiyle fazla olarak satmak câizdir. Çünkü cinsleri ayrıdır. Aynı şekilde aynı cinsten olmayan hayvanların sütlerini ikisinden biri fazla olmak üzere satmak da câizdir. Fakat manda ile inek aynı cinstir; aynı cins oldukları için birinin etini, diğerinin etiyle fazla olarak satmak câiz değildir. Sütlerini de bir ikisinden biri fazla olmak üzere satmak câiz değildir. Koyunla keçi aynı cinstir. Bütün develer de aynı cinstir. Bunların etlerini ve sütlerini de ikisinden biri fazla olmak üzere satmak câiz değildir.

- Üzüm sirkesini hurma sirkesiyle fazla olarak satmak câizdir. İç yağını, kuyruk yağı yahut et ile satmak câizdir. Çünkü cinsleri ayrıdır. Ekmeği, buğday ile yahut un ile yahut kavrulmuş un ile bir tarafı veresiye olsa bile câizdir. Fetvâ da bunun üzerinedir.

- Aynı cins olan malların iyisiyle kötüsü peşin ve eşit olarak birbirleriyle satılması câizdir. Birinin diğerinden fazla olarak satılması câiz değildir. Bu hususta Ebû Said Radiyallâhu anhu’dan şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

جَاءَ بِلَالٌ بِتَمْرٍ بَرْنِيٍّ فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ أَيْنَ هَذَا فَقَالَ بِلَالٌ تَمْرٌ كَانَ عِنْدَنَا رَدِيءٌ فَبِعْتُ مِنْهُ صَاعَيْنِ بِصَاعٍ لِمَطْعَمِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ عِنْدَ ذَلِكَ أَوَّهْ عَيْنُ الرِّبَا لَا تَفْعَلْ وَلَكِنْ إِذَا أَرَدْتَ أَنْ تَشْتَرِيَ التَّمْرَ فَبِعْهُ بِبَيْعٍ آخَرَ ثُمَّ اشْتَرِ بِهِ (م عن أبى سعيد)

Bilâl Radiyallâhu anhu, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’e Berni denilen iyi bir hurma getirdi. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Bu nereden?″ diye sordu. Bilal Radiyallâhu anhu: ″Bizde âdi hurma vardı. Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e (lâyık) yiyecek olsun diye ben onun iki ölçeğini bir ölçeğe sattım″ dedi. Bunun üzerine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem: ″Eyvah! Fâizin ta kendisi! Bunu yapma. Lâkin hurma alacağın zaman kendi hurmanı sat, sonra onun kıymeti ile diğer hurmayı satın al″ buyurdu.[7]

- Zeytini, zeytinyağı ile; susamı, susamyağı ile satmak câiz değildir.

- İmam-ı Âzam’a göre; ne sayı ile, ne tartı ile ekmeğin ödünç alınması câiz değildir. İmam Ebû Yusuf’a göre; sayı ile değil, tartı ile ödünç alınması câizdir. Fetvâ da bunun üzerinedir. İmam Muhammed’e göre; tartı ile de, sayı ile de ödünç alınması câizdir.

- Efendisiyle kölesi arasında fâiz yoktur. Zîrâ kölenin elinde olan şey, efendisinin mülküdür. Ama köle borçlu olursa, kölenin elinde olan efendisinin mülkü olamaz. Bu sûrette fâiz olur.

- Zor durumda olan birine ödünç olarak verilen mal, o kişiyi sıkıntıdan kurtarmak maksadıyla Allah için yapılan bir hayırdır. Bu, alışverişteki gibi bir durum değildir. İki tarfın karşılıklı alıp sattığı bir şey yoktur. Ancak kişi, ödünç olarak verdiği malı aynı şekilde hiçbir artırma yapmadan alması gerekir. Hattâ darda olan borçlusuna kolaylık gösteren, onu sıkıştırmayan veya alacağından vazgeçen kimse için Allah katında büyük mükâfat vardır. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 280’de şöyle buyurmaktadır:

Size borçlu olanlar eğer yoksul iseler, onlara kolaylıkla ödeme durumuna gelinceye kadar mühlet verin. Eğer bilirseniz, (verdiğiniz borcu onlara tasadduk ederek) bağışlamanız sizin için daha hayırlıdır.″

Borçluya mühlet veren hakkında, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ سَرَّهُ أَنْ يُظِلَّهُ اللّٰهُ يَوْمَ لَا ظِلَّ إِلَّا ظِلُّهُ فَلْيُيَسِّرْ عَلَى مُعْسِرٍ أَوْ لِيَضَعْ عَنْهُ (طب عن اسعد بن زرارة)

″Her kim, hiçbir gölgenin olmadığı bir gün­de Allah’u Teâlâ’nın kendisini gölgelendirmesini isterse, darda olan borçlusuna kolaylık göstersin veya alacağından vazgeçsin.″[8]

Büreyde Radiyallâhu anhu’dan da şu Hadis-i Şerif nakledilmiştir:

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem‘in: ″Kim darda olana mühlet verirse, ona her bir gün karşılığında onun bir misli sadaka sevabı vardır. Sonra kim darda ola­na mühlet verirse, onun için her bir gün karşılığında onun iki misli sadaka sevabı vardır″ buyurduklarını işittim ve dedim ki: ″Yâ Resûlallah! Senin: Kim darda olana mühlet verirse ona her bir gün karşılığında onun bir misli sadaka sevabı vardır, diye buyurduğunu; sonra da, iki mis­li sevabı vardır, buyurduğunu işittim.″ Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöy­le buyurdu:

لَهُ بِكُلِّ يَوْمٍ صَدَقَةٌ قَبْلَ أَنْ يَحِلَّ الدَّيْنُ فَإِذَا حَلَّ الدَّيْنُ فَأَنْظَرَهُ فَلَهُ بِكُلِّ يَوْمٍ مِثْلَيْهِ صَدَقَةٌ (حم عن سليمان بن بريدو عن ابيه)

″Onun için, borcun vâdesi gelmeden önce her bir gün için onun bir misli sadaka sevabı vardır. Borcun vâdesi gelip de mühlet verdi­ğinde geçen her bir gün karşılığında da onun iki misli sadaka sevabı var­dır.″[9]

Yine bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ نَفَّسَ عَنْ غَرِيمِهِ أَوْ مَحَا عَنْهُ كَانَ فِي ظِلِّ الْعَرْشِ يَوْمَ الْقِيَامَةِ (حم عن أبى قتادة)

″Her kim, bir borçlusuna nefes aldırır veya onun borcunu silerse, o kişi mahşer gününde Arş’ın gölgesinde olacaktır.″[10]

Fâizin Günahı:

Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şerif’lerinde şöyle buyurmuştur:

اَلرِّبَا سَبْعُونَ حُوبًا أَيْسَرُهَا أَنْ يَنْكِحَ الرَّجُلُ أُمَّهُ (ه عن ابى هريرة)

″Fâiz, yetmiş çeşittir. Allah katında bunların en hafifi annesi ile zinâ eden gibidir.″[11]

يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ لَا يُبَالِي الْمَرْءُ مَا أَخَذَ مِنْهُ أَمِنَ الْحَلَالِ أَمْ مِنْ الْحَرَامِ (خ ن عن ابى هريرة)

″İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki kişi, aldığı (mal veya para) helâlden midir, yoksa haram­dan mıdır aldırmayacak.″[12]

أَتَيْتُ لَيْلَةَ أُسْرِيَ بِي عَلَى قَوْمٍ بُطُونُهُمْ كَالْبُيُوتِ فِيهَا الْحَيَّاتُ تُرَى مِنْ خَارِجِ بُطُونِهِمْ فَقُلْتُ مَنْ هَؤُلَاءِ يَا جِبْرَائِيلُ قَالَ هَؤُلَاءِ أَكَلَةُ الرِّبَا (ه عن ابى هريرة)

Ben, Mîraç Gecesi’nde karınları evler kadar büyük olan bir topluluğun yanına vardım. Karınlarında yılanlar vardı. Bu yılanlar dışarıdan görünü­yordu. Dedim ki: ″Yâ Cebrâil! Bunlar kimdir?″ Dedi ki: ″Bunlar, fâiz yiyenlerdir.″[13]

Yine İbn-i Mes’ud Radiyallâhu anhu şu Hadis-i Şerif’i nakleder:

لَعَنَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ آكِلَ الرِّبَا وَمُؤْكِلَهُ وَشَاهِدَيْهِ وَكَاتِبَهُ (ت عن ابن مسعود)

″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem; fâizi yiyene de yedirene de, şâhidine de, yazana da lânet etti.″[14]

Fâiz Hangi Durumlarda Helal Olur:

Dâr’ul-harp’te (harp yurdunda) olan Müslüman ile kâfirin arasında fâiz olmaz. Zîrâ kâfirin malı, harp yurdunda mubahtır. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem:

لَا رِبَا بَيْنَ الْمُسْلِمِينَ وَبَيْنَ أَهْلِ دَارِ الْحَرْبِ فِي دَارِ الْحَرْبِ.

″Harp yurdunda, Müslüman ile harbî (kâfir) arasında fâiz yoktur″[15] diye buyurmuştur. Eman (güvence, vize) ile harp yurduna giden bir Müslüman, bir kâfirin malını hıyânetlikle değil, herhangi bir yolla alırsa mubahtır.

Zarûret hâlinde mahzurlu olan şeyler mübah olur. Bu hususta Allah’u Teâlâ Sûre-i Bakara, Âyet 173’te şöyle buyurmaktadır:

″Şüphesiz O, size murdar olarak ölen hayvanları, kanı, domuz etini ve Allah’tan başkası için kesilen hayvanları haram etti. Fakat çâresiz kalan kimsenin, isyan etmeden ve zaruret ölçüsünü aşmadan (ölmeyecek kadar) bunlardan yemesinde bir günah yoktur. Muhakkak ki Allah’u Teâlâ çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.″[16]

Âyet-i Kerîme ve Hadis-i Şerif’lerde belirtildiği üzere çok zarûrî bir durum olmadığı sürece fâiz kesinlikle haramdır.


[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19774; Sahih-i Müslim, Hac 19 (147).

[2] Sünen-i İbn-i Mâce, Tahâre 58.

[3] Sahih-i Müslim, Müsâkât 14 (82). Yine baklınız: Sahih-i Buhârî, Buyû 54;; Sünen-i İbn-i Mâce, Ticârât 48; Sünen-i Ebû Dâvud, Buyû’ 12; Sünen-i Tirmizî, Buyû 23; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 9760.

[4] Sahih-i Müslim, Müsâkât 14 (83).

[5] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 2, s. 32; Hidâye Tercümesi, c. 3, s. 106; Sahih-i Buhârî, Buyû’ 55.

[6] Taberani, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 8504; Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 3418; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 35590; Hâkim, Müstedrek, Hadis No: 4439.

[7] Sahih-i Müslim, Musâkât 18.

[8] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 894.

[9] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 21968.

[10] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 21516.

[11] Sünen-i İbn-i Mâce, Ticaret 58; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 4718.

[12] Sahih-i Buhârî, Buyû 7; Rudânî, Cem’ul-Fevâid, Hadis No: 4532.

[13] Sünen-i İbn-i Mâce, Ticaret 58.

[14] Sünen-i Tirmizî, Buyû’ 2; Sahih-i Müslim, Musâkât 19 (106).

[15] Serahsî, Mebsut, c. 16, s. 449; Hidâye Tercümesi, c. 3, s. 111.

[16] Bu husuta yine bakınız: Sûre-i Mâide, Âyet 3; Sûre-i En’âm, âyet 119, 145; Sûre-i Nahl, Âyet 115.


.