SÜNNETİ HAFİFE ALIP KASITLI OLARAK TERK EDENLERE!

Son zamanlarda birtakım çevreler sünneti hafife alıp; ″Sünneti yaparsan sevap, yapmazsan bir günahı yok″ diyerek Müslümanları Sünnet-i Resûlullah’tan uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar.

Ehl-i Sünnet inancına göre fetvada, her Müslümanın bilmesi gereken hususlar sayılırken ″Sünnet″ hakkında şöyle söylenmiştir: Sünnet; Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in yaptığı ve yapılmasını hoş gördüğü ve tavsiye ettiği işlerdir. Üç kısma ayrılır: Birincisi Sünnet-i Müekkede’dir ki, hiç terk olunmaz. Peygamber Efendimizin hiç terk etmeden devamlı olarak yaptığı işlerdir. Sabah namazının sünneti, öğle namazının ilk ve son sünnetleri, akşam namazının sünneti ve yatsı namazının son sünneti, Cuma namazının sünnetleri ve Terâvih namazı gibi. İkincisi Sünnet-i Gayr-i Müekkede’dir ki, şer’î mâzeretlere binâen bâzen terk olunabilir. Peygamber Efendimizin çok zaman yapıp bâzen terk ettiği şeylerdir. İkindi namazının sünneti, yatsı namazının ilk sünneti gibi. Üçüncüsü Sünnet-i Ale’l-Kifâye’dir ki, bir kasabada sâlihlerden bir kaçının işlemesiyle diğerlerinden sâkıt olan (düşen) şeylerdir. İtikâf[1], selamlaşma, ezan, cemaatle namaz, misvak gibi. Bir belde halkı bu tür sünnetlerden herhangi birini mazeretsiz tamamen terk ederse o belde ahalisinin hepsini Allah’u Teâlâ sorumlu tutar. Sünneti terk eden şefaatten mahrum olur ve terkini âdet eden fâsık olur. Sünnetlerden birine râzı olmayan yahud küçümseyen, hor gören, hafife alan kimse kâfir olur.[2] Yani ″Sünneti yaparsan sevap, yapmazsan bir günahı yok″ sözü Ehl-i Sünnet inancına göre çok hatâlı bir sözdür. Hele hele bunu bir mezhep imamına mal etmek, o mübarek zatlara çok büyük iftira olur. Bu hususta Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَنْ تَرَكَ سُنَّتِي لَمْ يَنَلْ شَفَاعَتِي

″Her kim benim sünnetimi terk ederse şefaatime nâil olamaz.″[3] Diğer bir Hadis-i Şerif’te de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

خُيِّرْتُ بَيْنَ الشَّفَاعَةِ وَبَيْنَ أَنْ يَدْخُلَ نِصْفُ أُمَّتِى الْجَنَّةَ فَاخْتَرْتُ الشَّفَاعَةَ لِأَنَّهَا أَعَمُّ وَأَكْفَى أَتُرَوْنَهَا لِلْمُتَّقِينَ لَا وَلَكِنَّهَا لِلْمُذْنِبِينَ الْخَطَّائِينَ الْمُتَلَوِّثِينَ (ه عن موسى الاشعرى)

″Ben, ümmetimin yarısının Cennete girmesi ya da şefaat etmem arasında muhayyer bırakıldım. Ben şefaati tercih ettim. Çünkü şefaat, daha kapsamlı ve ümmetimin hepsinin kurtuluşuna daha yeterlidir. Şefaati siz takvâ sahiplerine has mı biliyorsunuz? Hayır! O takvâ sahipleri için değil, günahkâr, hatâlı ve kötü işlere karışan Müslümanlar içindir.″[4]

Resûlullah Sallallahu aleyhi ve sellem’in bu Hadis-i Şerifinden net bir şekilde anlaşıldığı üzere bir müslüman günahkar, hatalı ve kötü işlere karışsa dahi peygamberimizin ümmetinden sayılıp şefaate nail olabilmektedir. Ancak sünnetleri hafife alarak kasten terk eden kişi ibadet ehli olsa dahi şefaate nail olmayacağı gibi Resulullah Efendimizin ümmetinden de sayılmacağı anlaşılmaktadır. Aslında Sünneti Resullahı hafife alarak kasten terk etmek bu denli ağır sonuçları olan bir durumdur. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

مَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِى فَلَيْسَ مِنِّى (خ م ن حم در عب حب طح ابن عساكر عن ابى ايوب )

″Kim hafife alarak sünnetimden yüz çevirirse, benden değildir.″[5] Yani ümmetimden değildir.

مَنْ رَغِبَ عَنْ سُنَّتِى فَلَيْسَ مِنِّى وَاِنَّ مِنْ سُنَّتِى النِّكَاحَ فَمَنْ أَحَبَّنِى فَلْيَسْتَنَّ بِسُنَّتِى (البيهقى عن انس)

″Her kim benim sünnetime rağbet etmezse benden değildir. Nikâh da benim sünnetimdir. Her kim beni seviyorsa sünnetimi yerine getirsin.″[6]

مَنْ تَرَكَ سُنَّتِى فَهُوَ عِنْدَ اللّٰهِ مِنَ الْخَاسِرِينَ.

″Sünnetimi terk eden kimse Allah katında hüsrâna uğrayanlardan olur.″[7]

″Sünneti yaparsan sevap, yapmazsan bir günahı yok″ diyen vahhabi, selefi görüşündeki bu insanlar aslında, müstehap olan sünnetler için geçerli olan bu hükmü tüm sünnetler için de geçerliymiş gibi göstermeye çalışmaktadırlar. Bunlar bilerek ve isteyerek insanları böyle büyük bir hataya sevk etmektedirler. Halbuki Müstehab: Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’in bâzen işledikleri ve ümmetini teşvik buyurdukları şeylerdir. Kuşluk, işrak evvabin gibi nâfile namaz kılmak, nâfile oruç tutmak, sadaka vermek, yetimlere şevkat göstermek gibi. Müstehabı işlemeyen kimseye azap olunmaz. Şefaatten de mahrum kalmaz. Fakat işlenmesinde sevap vardır.[8] Fakat yukarda da söylediğimiz gibi sünnetleri kasten terk etmek bunun gibi değildir ve sonuçları çok ağırdır.

Yine Hadis-i Şerif’te şöyle buyulmuştur:

وَتَفْتَرِقُ أُمَّتِي عَلَى ثَلَاثٍ وَسَبْعِينَ مِلَّةً كُلُّهُمْ فِي النَّارِ إِلَّا مِلَّةً وَاحِدَةً قَالُوا وَمَنْ هِيَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ مَا أَنَا عَلَيْهِ وَأَصْحَابِي (ت عبد اللّٰه بن عمرو)

″Ümmetim yetmiş üç fırkaya ayrılır. Bunlardan bir fırka hâriç hepsi Cehennemde olacaktır.″ ″O kurtulan fırka kimdir Yâ Resûlallah?″ dediler. Buyurdu ki: ″Ben ve Ashâbımın yolu üzere olanlardır.″[9] Bu Hadis’te kurtulan fırkanın, Resûlullah Efendimizin ve Ashabının yolundan gidenler olduğu haber verilmektedir. Sünnetleri kasıtlı olarak terk eden kimseler, ″Bize Kur’ân yeter!″ diyerek sadece farzı yapmaya teşvik ediyorlar. Halbuki sünnet, Kur’ân’ın hükümlerinin yaşantıya dönüşmüş halidir. Bir kimse sünnete tabi olursa, Kur’ân’ın hükümlerine tabi olmuş olur. Ben sadece Kur’ân’a bakarım, farz olanları yaparım diyen kimse, Kur’ân’ın hükmüne doğru mana veremeyeceği için hem Kur’ân’dan hem de sünnetten uzaklaşmış olur. Ashabın kendisi Arap, dili Arapça, kendileri diğer milletlerden Kur’ân’ı da en iyi anlayacak durumda iken, onlar o zamandaki Hariciler gibi ″Bize Kur’ân yeter″ diyerek sünneti terk etmemişlerdir. İslâm’ı Resûlullah Efendimizden öğrenmişler ve onun sünnetlerine tabi olarak yaşamışlardır.

Resûlullah Efendimizin yaşantısının Kur’ân olduğuna dair Sa’d b. Hişam Radiyallâhu anhu’dan şu hâdise nakledilmiştir:

فَقُلْتُ يَا أُمَّ الْمُؤْمِنِينَ أَنْبِئِينِي عَنْ خُلُقِ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَتْ أَلَسْتَ تَقْرَأُ الْقُرْآنَ قُلْتُ بَلَى قَالَتْ فَإِنَّ خُلُقَ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَانَ الْقُرْآنَ (م حم عن سعد بن هشام)

Hz. Âişe’ye: ″Ey Mü’minlerin annesi! Bana Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ahlâkından haber ver″ dedim. Bana: ″Sen Kur’ân okumuyor musun?″ diye sordu. Ben: ″Evet″ dedim. Bunun üzerine dedi ki: ″Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in ahlâkı Kur’ân idi.″[10]

Kasıtlı olarak sünneti terk edip Bize Kur’ân yeter diyenlerin sözleri; Resûlullah Efendimizin sünneti hâşâ Kur’ân’dan ayrı, Kur’ân’ın hükmü de sünnetten ayrıymış gibi bir manaya gelmektedir. Bu ise bir dalalettir, Allah ıslah etsin.

Bu hususta Habib b. Ebî Fudâle Radiyallâhu anhu şu hâdiseyi nakleder:

وَعِمْرَانُ بن حُصَيْنٍ جَالِسٌ فَذَكَرُوا عِنْدَهُ الشَّفَاعَةَ، فَقَالَ رَجُلٌ مِنَ الْقَوْمِ: يَا أَبَا نُجَيْدٍ لَتُحَدِّثُونَا بِأَحَادِيثَ مَا نَجِدُ لَهَا أَصْلا فِي الْقُرْآنِ، فَغَضِبَ عِمْرَانُ بن حُصَيْنٍ، وَقَالَ لِرَجُلٍ: قَرَأْتَ الْقُرْآنَ؟" قَالَ: نَعَمْ، قَالَ: وَجَدْتَ فِيهِ صَلاةَ الْمَغْرِبِ ثَلاثًا، وَصَلاةَ الْعِشَاءِ أَرْبَعًا، وَصَلاةَ الْغَدَاةِ رَكْعَتَيْنِ، وَالأُولَى أَرْبَعًا، وَالْعَصْرُ أَرْبَعًا؟ قَالَ: لا، قَالَ: فَعَمَّنْ أَخَذْتُمْ هَذَا الشَّأْنَ؟ أَلَسْتُمْ أَخَذْتُمُوهُ عَنَّا، وَأَخَذْنَاهُ عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، أَوَجَدْتُمْ فِي كُلِّ أَرْبَعِينَ دِرْهَمًا دِرْهَمًا، وَفِي كُلِّ كَذَا وَكَذَا شَاةً، وَفِي كُلِّ كَذَا وَكَذَا بَعِيرًا كَذَا، أَوَجَدْتُمْ فِي الْقُرْآنِ؟ قَالَ: لا، قَالَ: فَعَمَّنٍ أَخَذْتُمْ هَذَا؟ أَخَذْنَاهُ عَنْ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، وَأَخَذْتُمُوهُ عَنَّا، قَالَ: فَهَلْ وَجَدْتُمْ فِي الْقُرْآنِ "وَلْيَطَّوَّفُوا بِالْبَيْتِ الْعَتِيقِ" وَجَدْتُمْ هَذَا طُوفُوا سَبْعًا، وَارْكَعُوا رَكْعَتَيْنِ خَلْفَ الْمَقَامِ، أَوَجَدْتُمْ هَذَا فِي الْقُرْآنِ؟ عَمَّنْ أَخَذْتُمُوهُ؟ أَلَسْتُمْ أَخَذْتُمُوهُ عَنَّا، وَأَخَذْنَاهُ عَنْ نَبِيِّ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ؟ أَوَجَدْتُمْ فِي الْقُرْآنِ لا جَلَبَ وَلا جَنَبَ وَلا شِغَارَ فِي الإِسْلامِ؟ قَالَ: لا، قَالَ: إِنِّي سَمِعْتُ رَسُولَ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، يَقُولُ:"لا جَلَبَ وَلا جَنَبَ وَلا شِغَارَ فِي الإِسْلامِ" أَسَمِعْتُمُ اللّٰهَ، يَقُولُ لأَقْوَامٍ فِي كِتَابِهِ: "مَا سَلَكَكُمْ فِي سَقَرٍ، قَالُوا لَمْ نَكُ مِنَ الْمُصَلِّينَ وَلَمْ نَكُ نُطْعِمُ الْمِسْكِينَ" حَتَّى بَلَغَ "فَمَا تَنْفَعُهُمْ شَفَاعَةُ الشَّافِعِينَ" (طب عن حبيب بن أبي فضالة)

Bir mecliste Hz. İmran şefaatten bahsetti. Orada bulunanlardan bir adam söze atılarak: ″Yâ Ebâ Nüceyd! Sen bize Kur’ân’da delilini bulamadığımız bir takım hadislerden bahsediyorsun″ dedi. Bu söz üzerine Hz. İmran çok kızdı ve o adama: ″Sen Kur’ân’ı okudun mu?″ diye sordu. Adam: ″Evet″ dedi. Hz. İmran: ″Söyle bakalım, sen Kur’ân’da yatsının farzının dört, akşamın farzının üç, sabahın farzının iki, öğle ve ikindinin farzlarının dört rek’at olduğuna rastladın mı?″ diye sordu. Adam: ″Hayır″ dedi. Peki, siz bütün bunları kimden öğrendiniz? Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den öğrenmedik mi? Peki, Kur’an’da kırk koyunda bir koyun, şu kadar devede şu kadar, şu kadar dirheme şu kadar zekât düştüğüne rastladın mı? Adam: ″Hayır″ dedi. Öyleyse bunları kimden öğrendiniz?Bizden öğrenmediniz mi? Biz de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den öğrenmedik mi?[11] Yine Sûre-i Hacc, Âyet 29’da: ″Beyt-i Atîk’i (Kâbe’yi) tavaf etsinler″ buyruğunu okumadınız mı? Peki, orada Kâbe’yi yedi defa da (yedi şavt ile) tavaf edin, Makâm-ı İbrâhim’in arkasında iki rek’at namaz kılın, diye bir ifadeye rastladınız mı? Siz bütün bunları kimden alıp öğrendiniz? Siz bizden, biz de Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den öğrenmedik mi? Peki İslâm’da celeb[12], ceneb[13] ve şiğâr’ın[14] olmadığına dair Kur’ân’da bir delile rastladınız mı? Adam: ″Hayır″ dedi. Oysa ben Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in, ″İslâm’da celeb, ceneb ve şiğar yoktur″[15] dediğini işittim. Allah’u Teâlâ’nın, Sûre-i Müddessir, Âyet 43-48’de: ″Mücrimler derler ki: ″Namaz kılmazdık,* miskini doyurmazdık,* bâtıl ehli ile beraber bulunurduk,* cezâ gününü yalanlardık,* nihâyet ölüm bize gelip çattı.″* Artık o kâfirlere, şefaat edenlerin şefaatleri fayda vermez″ diye geçen buyruğunu duymuşsunuzdur.[16]

Yine Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

وَصَلُّوا كَمَا رَأَيْتُمُونِي أُصَلِّي (خ عن مالك)

″Namazı ben nasıl kılıyorsam, benden gördüğünüz gibi kılın.″[17] Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir diğer Hadis-i Şerif’inde de:

لِتَأْخُذُوا مَنَاسِكَكُمْ (م عن جابر)

″Hacca ait ibâdetlerin uygulamalarını benden alın″[18] diye buyurmuştur.

Allah’u Teâlâ Sûre-i Necm, Âyet 3-4’te şöyle buyurmuştur:

″O (Muhammed Aleyhisselâm), kendi hevâsından konuşmaz.* Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir.″

Bu hususta Hassan Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

كَانَ جِبْرِيلُ يَنْزِلُ عَلَى النَّبِىِّ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِالسُّنَّةِ كَمَا يَنْزِلُ عَلَيْهِ بِالْقُرْآنِ (در عن حسان)

″Cebrâil, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e, Kur’ân’ı indirdiği gibi sünneti de indiriyordu.″[19]

İmran b. Huseyn Radiyallâhu anhu’dan nakledilen Hadis-i Şerif’te de şöyle buyrulmuştur:

نَزَلَ الْقُرْآنُ وَسَنَّ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ السُّنَنَ ثُمَّ قَالَ اتَّبِعُونَا فَوَاللّٰهِ إِنْ لَمْ تَفْعَلُوا تَضِلُّوا (حم عن عمران بن حصين)

Kur’ân nâzil oldu, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem de sünnetler koydu. Sonra buyurdu ki: ″Bize (Kur’ân’a ve Sünnete) tâbi olun. Vallâhi, böyle yapmazsanız dalâlete düşersiniz!″[20]

Yine sünnetin önemi hakkında Hadis-i Şeriflerde şöyle buyrulmuştur:

كِتَابَ اللَّهِ وَسُنَّتِي وَلَنْ يَتَفَرَّقَاحَتَّىيَرِدَا عَلَيَّ الْحَوْضَ (ابو نصر غريب عن ابى هريرة)

″Allah’ın kitabı ve benim sünnetim, (mahşer günü) havuzuma gelinceye kadar aslâ birbirinden ayrılmazlar.″[21]

أَلَا هَلْ عَسَى رَجُلٌ يَبْلُغُهُ الْحَدِيثُ عَنِّى وَهُوَ مُتَّكِئٌ عَلَى أَرِيكَتِهِ فَيَقُولُ بَيْنَنَا وَبَيْنَكُمْ كِتَابُ اللّٰهِ فَمَا وَجَدْنَا فِيهِ حَلَالًا اسْتَحْلَلْنَاهُ وَمَا وَجَدْنَا فِيهِ حَرَامًا حَرَّمْنَاهُ وَاِنَّ مَا حَرَّمَ رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيِهِ وَسَلَّمَ كَمَا حَرَّمَ اللّٰهُ (د ت ه عن المقدام بن معديكرب)

″Haberiniz olsun! Bana Kur’ân ile birlikte, onun bir benzeri sünnet de indirilmiştir. Karnı tok bir şekilde koltuğuna kurulmuş olan bâzı kimselerin: ″Bize Kur’ân yeter! Onda helâl olarak ne görmüşseniz, onu helâl; neyi de haram görmüşseniz, onu da haram kabul edin″ diyeceği zamanlar yakındır. Şüphesiz ki, Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’in haram kıldığı da Allah’u Teâlâ’nın haram kıldığı gibidir.″[22]

تَرَكْتُ فِيكُمْ أَمْرَيْنِ لَنْ تَضِلُّوا مَا تَمَسَّكْتُمْ بِهِمَا كِتَابَ اللّٰهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ (موطأ عن ابى هريرة)

″Size iki şey bırakıyorum ki, bunlara sarıldığınız sürece, aslâ dalâlete düşmezsiniz. Bunlar, Allah’ın kitabı ve O’nun Peygamberinin sünnetidir.″[23]

Sünnetin önemi hakkında mezhep imamlarımız da şöyle söylemişlerdir:

لَوْلَا اَلسُّنَّةُمَا فَهِمَ أَحَدٌمِنَّاالْقُرآنَ.

İmam-ı Âzam Ebû Hanife Hazretleri: ″Sünnet olmasaydı, hiçbirimiz Kur’ân’ı anlayamazdık″ diye buyurmuştur.

وَالسَّـنَّةُ عِنْدَنَا: آثَارُ رَسُولِ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ والسُّنَّةُ تُفَسِّرُ القُرْآنَ، وَهِيَ دَلَائِلُ القُرْآنِ.

Ahmed b. Hanbel Hazretleri: ″Sünnet, bizim yanımızda; Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem’den gelen nakillerdir. Sünnet, Kur’ân’ı açıklar ve o, Kur’ân’ın işâret ettiği mânâların delilleridir″ diye buyurmuştur.

جَمِيعُ مَا تَقُولُهُ الْأُمَّةُ شَرْحٌ لِلسُّنَّةِ وَجَمِيعُ السُّنَّةِ شَرْحٌ لِلْقُرْآنِ

İmam Şâfii Hazretleri: ″Ehl-i Sünnet âlimlerinin bütün söyledikleri sünnetin şerhidir. Bütün sünnet de Kur’ân’ın şerhidir″ diye buyurmuştur.

İmam Şâfii Rahmetullahi aleyh’in yanına biri gelir; ″Her meselede; -Gâlallâhu Teâlâ, gâle Resûlullah (Allah’u Teâlâ buyurdu, Resûlullah buyurdu)″ diyorsun. Peki senin görüşün nedir? Sen ne diyorsun? Yeni şeyler söylemek lâzım″ deyince, İmam Şâfii Rahmetullahi aleyh ona der ki: ″Sen beni kiliseden çıkan bir papaz mı zannediyorsun? Belimde zünnar mı görüyorsun? Hazreti Muhammed Aleyhisselam’ın konuştuğu yerde, İmam Şâfii nasıl konuşabilir? Allah Azze ve Celle: ″Ve etîullâha ve etîu’r-resûl (Allah’a ve Resûle itaat edin)″ diye buyuruyorsa, Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem’e rağmen ben nasıl konuşabilirim?″

السُّنَّةُ سَفِينَةُ نُوح مَن رَكبَها نجَا ومَن تَخَلّفَ عنَها غَرِقَ.

İmam Mâlik Hazretleri de: ″Sünnet, Nûh’un gemisine benzer. Kim ona binerse, kurtulur, kim de binmezse boğulur″ diye buyurmuştur.

Hz. Ömer Radiyallâhu anhu da şöyle buyurmuştur:

إِنَّهُ سَيَأْتِى نَاسٌ يُجَادِلُونَكُمْ بِشُبُهَاتِ الْقُرْآنِ فَخُذُوهُمْ بِالسُّنَنِ فَإِنَّ أَصْحَابَ السُّنَنِ أَعْلَمُ بِكِتَابِ اللّٰهِ. (در عن عمر بن الخطاب)

″Size birtakım insanlar Kur’ân’ın müteşâbih âyetleriyle mücâdele etmeye gelecekler. Siz de onlara, sünnetler ile karşı koyun. Çünkü sünnetleri bilenler Allah’ın kitabını en iyi bilenlerdir.″[24]

Kur’ân’ın mânâsını hakkıyla anlayanlar; Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem ve onun sünnetini uygulayıp yaşatan âlimlerdir. Bu hususta Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

رَحْمَةُ اللّٰهِ عَلَى خُلَفَائِى قِيلَ وَمَا خُلَفَائِكَ يَا رَسُولَ اللّٰهِ تَعَالَى قَالَ الَّذِينَ يُحْيُونَ سُنَّتِى وَيُعَلِّمُونَهَا النَّاسَ (ابى نصر و ابن عساكر عن الحسن)

″Allah‘ın rahmeti benim halifelerime olsun.″ ″Yâ Resûlullah! Senin halifelerin kimlerdir?″ dediler. Buyurdu ki: ″Sünnetimi ihyâ eden ve insanlara da öğretendir.″[25] Yani sünneti terk ettiren kimseler Resûlullah Efendimizin halifesi de değildir, bir âlim de değildir!

Dînin temelinin Sünnet-i Resûlullah olduğuna dair Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

بَلَغَنِى أَنَّ أَوَّلَ الدِّينِ تَرْكاً السُّنَّةُ، يَذْهَبُ الدِّينُ سُنَّةً سُنَّةً كَمَا يَذْهَبُ الْحَبْلُ قُوَّةً قُوَّةً. (الدارمى عن عبد اللّٰه بن الديلمى)

″Dînin kaybolması, Sünnet’i terk etmekle başlar. Halat, nasıl ki lif lif parçalanırsa, din de Sünnet’in birer birer terk edilmesiyle ortadan kalkar.″[26]

Ehl-i Bid‘ad, Ehl-i Sünnet‘in zıttıdır. Bir sünnet kalkarsa yerine bir bid‘at gelir. Bir bid‘at kalkarsa yerine bir sünnet gelir. Bu hususta da Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

مَا أَحْدَثَ قَوْمٌ بِدْعَةً إِلَّا رُفِعَ مِثْلُهَا مِنَ السُّنَّةِ (حم عن غضيف بن الحارث)

″Bir kavim, kötü bir bid’at ihdas ederse, ihdas ettiği bid’at kadar sünnet ortadan kalkar.″[27] İşte mazereti olmadığı halde hafife alarak sünneti terk eden bid’at ehlinden olur.

Baştan beri yazılan hadislerden, sahabe ve mezhep imamlarımızın sözlerinden anlaşılan odur ki; sünnetler zaten Kur’ân’ın şerhidir, Müslümanlar için yaşantıya dönüşmüş halidir. Sünneti hafife alarak kasten terk etmek, Kur’ân’ın hükümlerini terk etmek anlamına gelir.

İrbad b. Sâriye Radiyallâhu anhu‘dan nakledilen bir Hadis-i Şerif’te şöyle buyrulmuştur:

وَعَظَنَا رَسُولُ اللّٰهِ صَلَّى اللّٰهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمًا بَعْدَ صَلَاةِ الْغَدَاةِ مَوْعِظَةً بَلِيغَةً ذَرَفَتْ مِنْهَا الْعُيُونُ وَوَجِلَتْ مِنْهَا الْقُلُوبُ فَقَالَ رَجُلٌ إِنَّ هَذِهِ مَوْعِظَةُ مُوَدِّعٍ فَمَاذَا تَعْهَدُ إِلَيْنَا يَا رَسُولَ اللّٰهِ قَالَ أُوصِيكُمْ بِتَقْوَى اللّٰهِ وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ وَإِنْ عَبْدٌ حَبَشِيٌّ فَإِنَّهُ مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ يَرَى اخْتِلَافًا كَثِيرًا وَإِيَّاكُمْ وَمُحْدَثَاتِ الْأُمُورِ فَإِنَّهَا ضَلَالَةٌ فَمَنْ أَدْرَكَ ذَلِكَ مِنْكُمْ فَعَلَيْهِ بِسُنَّتِي وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ عَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ (ت عن العرباض بن سارية)

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem bir gün sabah namazından sonra son derece tesirli bir vaaz verdi. Bu vaazın tesirinden gözler yaşardı, kalpler ürperdi. Ashâbdan bir adam: ″Bu öğütler, şüphesiz vedalaşan bir kimsenin öğütleri gibidir. Yâ Resûlallah! Bize neyi vasiyet edersiniz?″ dedi. Resûlü Ekrem şöyle buyurdu: ″Takvâ ile amel etmenizi ve idâreciniz Habeşli bir köle bile olsa, dinleyip itaat etmenizi vasiyet ederim. İçinizde yaşayacak olanlar benden sonra pek çok ayrılık ve anlaşmazlıklara şâhit olacaktır. Dinde yeri olmayan fakat dindenmiş gibi gösterilmeye çalışılan şeylerden sakınıp uzak durun; çünkü onlar dalâlettir. Sizden her kim bu dönemlere ulaşırsa, benim sünnetime ve hidâyet üzere olan Hulefâ-i Râşidinin sünnetine sıkıca sarılsın. Hattâ bu hususta azı dişinizle sarılın.″[28]

Resûlullah Efendimizden günümüze kadar, bütün Ehl-i Sünnet toplumu âyet ve sünnetle amel etmişler ve keyfi olarak sünneti asla terk etmemişlerdir. Maalesef günümüzde vahhabilerin, selefilerin yaptığı uygulamalardan etkilenerek Ehl-i Sünnet toplumu da nefislerine hoş geldiği için altını üstünü düşünmeden özellikle namazlardaki sünnetleri terk etmektedirler. Halbuki düşünüp akletseler, ecdadımız, Resûlullah Efendimizin zamanından beri bu sünnetlere tabi olarak yaşamışlar ve asla terk etmemişlerdir. Ne oldu da sünnetler böyle bir anda terk edilir hale geldi? Bunlara ″Sünnetleri neden terk ediyorsunuz?″ diye sorulduğunda da biz Şafiiyiz yahut Hanbeliyiz ya da Malikiyiz demektedirler. Sanki o mezhep imamları sünneti kendiler gibi hafife alarak terk edilmesinde bir sakınca yoktur diye fetva vermişler gibi davranmaktadırlar. Hâlbuki bu, o mübarek zatlara yapılan büyük bir iftiradır. Yukarıda da mezhep imamlarımızın sünnetin önemi ile ilgili görüşlerini zaten yazdık. Bunlara Ehl-i Sünnet mezhep imamı denilmesinin sebebi, sünnete önem verdikleri yani sünnet ehli oldukları içindir. Zâten bu zatlar Peygamberimizin ve Ashabının yolundan gitmişlerdir.

Sünnetin terk edilmesi nefse hoş gelen bir haldir. Örneğin; bir günde beş vakit namaz vardır ve toplamda kırk rek’attır. On yedi rek’at farz, üç rek’at vâcip, yirmi rek’at da sünnettir. Yani sadece sünnetleri terk etmek, beş vakit namazı yarı yarıya azaltmaktır. Vahhabiler, selefiler ilk etapta bunu Müslümanlara cazip gösteriyor, insanlar sünnet namazları terk etmeyi alışkanlık haline getirdiklerinde bu defa tesbih çekmek de sünnet buna da gerek yok, duâya da gerek yok, vitir namazı da farz değil ona da gerek yok, kabir ziyareti yok, mevlid okutmak yok, evliya yok, keramet yok, şefaat yok, zikrullahı yok vs. Böylece sünnette olan bu amelleri Müslümanlara terk ettirip Müslüman halk arasında tam bir vahhabi görüşünü hakim kılınmaya çalışmaktadırlar. Bu da dış kaynaklı büyük bir fitnedir.

Aslını araştırmadan bir Müslümanın bir konu hakkında hükme varması ve uygulaması büyük dalalettir. Müslümanın yaşantısında dikkate alması gereken edille-i şeriyyedir yani Kur’ân, Sünnet, İcma-i Ümmet, Kıyas-ı Fukaha’dır. Bizim bu akaide göre yaşantımızı belirlememiz gerekir. Ehl-i Sünnet görüşünde olan ecdadımızın yapmadığı işleri nefsimize hoş geldiği için doğruluğunu araştırmadan yapmak, Allah muhafaza bizi dalalete götürür. Bizim de ecdadımızın yaşadığı gibi yaşamamız gerekir. Çünkü onlar Ehl-i Sünnetin tam olarak uygulandığı dönemde yaşadılar. Bu batıl olan sapkın görüşler ve fitneler ise son zamanlarda yaygınlaştı.

Âhir zamanda fitnelerin ve görüş ayrılıklarının arttığı bir dönemde Müslümanların nasıl hareket etmesi gerektiğine dair Peygamberimiz Sallallâhu aleyhi ve sellem Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyurmuştur:

إذَا كَانَ آخِرُ الزَّمَانِ وَاخْتَلَفَتِ الأَهْوَاءُ فَعَلَيْكُمْ بِدِينِ أَهْلِ الْبَادِيَةِ وَالنِّسَاءِ )حب في الضعفاء فر عن ابن عمر(

″Âhir zamanda insanların kendi hevâlarına göre hareket edip görüş ayrılıkları çoğaldığı zaman köylülerin ve kocakarıların dini üzere olun.″[29]

يَأْتِي عَلَى النَّاسِ زَمَانٌ خَيْرُ مَالِ الرَّجُلِ الْمُسْلِمِ الْغَنَمُ يَتْبَعُ بِهَا شَعَفَ الْجِبَالِ وَمَوَاقِعَ الْقَطْرِ يَفِرُّ بِدِينِهِ مِنْ الْفِتَنِ (خ عن أبى سعيد الخدرى)

″İnsanlar üzerine öyle sıkın­tılı bir zaman gelir ki, Müslüman kişinin hayırlı malı, koyun sürüsü olur. Müslüman dinine sahip çıkmak için, fitneden kaçarak koyun sürüsünü dağlara ve yağmur düşen vadilere götürür.″[30]

عَلَيْكُمْ بِدِينِ الْعَجائِزِ

(Âhir zamanda) kocakarıların dini üzere olun.″[31]

Bu hususu açıklarken İmam Gazâli Hazretleri şöyle buyurmuştur:Yani hiç olmazsa îmanın aslı ve itikadın zahirini taklit yolu ile anne ve babalarınızdan alın ve hayır işlerle meşgul olun. Bundan ayrılmakta büyük tehlikeler vardır.″[32] Bu sebeple Müslüman bir kimsenin, görüş ayrılığı ve fitnelerin çoğaldığı bir dönemde itikat ve amel hususunda ecdâdına tâbi olması gerekir. Çünkü onlar, Ehl-i Sünnet’in hâkim olduğu bir dönemde yaşamışlar ve Ehl-i Sünnet mezhep imamlarının fetvâları ile amel etmişlerdir. Ehl-i Sünnet mezhebine tâbi olmak demek; Tâbiîn ve Etbâ’ut-Tâbiîn’e tâbi olmak demektir. Çünkü İmam-ı Âzam Tâbiînden, İmam Şâfii, İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel de Etbâ’ut-tabiîn’dendir. O dönemden günümüze kadar gelen Müslümanlar, Ehl-i Sünnet mezhebi üzere yaşamışlardır. İşte bu hak olan mezheplerin yok sayılması sebebiyle farklı görüşlerin ortaya çıktığı, fitnelerin çoğalıp Müslümanların birbirlerini öldürdüğü dönemde neyin doğru, neyin yanlış olduğu hususunda kararsız kaldığımız zaman Ehl-i Sünnet üzere olan ecdâdımıza tâbi olmamız gerekir. İşte yukarıda geçen Hadis-i Şerifler bu anlamdadır. Yine Hadis-i Şerif’te; ″… köylülerin dini üzere olun″ diye buyrulması; köylülerin saflığına ve onların itikat ve amel hususunda ecdâdından gördükleri üzere hareket etmelerine dikkat çekilmektedir.

Müslümanlar arasında ne zaman görüş ayrılıkları ve fitneler ortaya çıkarsa, o dönemdeki Müslümanların hemen bir önceki nesle tâbi olması gerekir. Mezhep imamlarımız da aynı yolu izlemişlerdir. Yezit’le başlayan Emevî devletinden sonra görüş ayrılığı ve fitneler çoğalınca, İmam-ı Âzam Rahmetullahi aleyh derhal Sahabelerden ve onların çocuklarından İslâm hakkında sormuş, onlardan Hadis-i Şerifler toplamış ve on yedi yılını buna ayırmıştır. İşte görüldüğü üzere babalarının ve dedelerinin yaşadığı döneme tâbi olmuş ve mezhebini de bu görüş üzere kurmuştur. Diğer mezhep imamları da; İmam Şâfii, İmam Mâlik ve İmam Ahmed b. Hanbel aynı yolu izlemişlerdir. Dolayısıyla bu dört hak mezhepten birine tâbi olmak demek; bizi direk olarak Peygamber Efendimize ve Ashâbına bağlamak demektir. Allah’ım bizi bu yoldan ayırmasın, ecdadımızın yaşadığı gibi hakkıyla Ehl-i Sünnet üzere yaşamayı cümlemize nasip etsin, âmin.

BİLAL KUTLUBAY


[1] İtikâf; Ramazan-ı Şerif’in yirmisinden bayrama kadar bir câmi veya tekkede ibâdet ve taatle meşgul olmaktır. Kadınlar i’tikaflarını evlerinin bir köşesinde yapmalıdırlar.

[2] Mızraklı İlmihal (Osmanlıca), s. 59; Osmanlıca İlmihal Kitabı, s. 28.

[3] İbn-i Âbidîn, Redd’ül-Muhtar, c. 1, s. 133.

[4] Sünen-i İbn-i Mâce, Zühd 37.

[5] Mültekâ Tercümesi, Mevkûfât, c. 1, s. 11.

[6] İhyâ-u Ulûmi’d-Din, c. 2, Hadis No: 75; Sahih-i Buhârî, Nikâh 1.

[7] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 71. Ayrıca bakınız: Sünen-i Tirmizî, Kader 17; Sünen-i Dârimî, Mukaddime 22, 16.

[8] Mızraklı İlmihal (Osmanlıca), s. 59; Osmanlıca İlmihal Kitabı, s. 28-29.

[9] Sünen-i Tirmizî, Îman 18; Sünen-i İbn-i Mâce, Fiten 17; İbn-i Kesir, Tefsir’ul-Kur’ân’il-Azim, c. 6, s. 118.

[10] Sahih-i Müslim, Müsâfirin 18 (139 Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 23134.

[11] Sünen-i Ebû Dâvud, Zekât 2.

[12] Celeb: Zekât memurunun bir yerde oturup, zekât verecek durumdaki mal sahiplerini oraya çağırarak zekâtlarını o yerde alması. Bu durum mal sahiplerine meşakkat verip onları sıkıntıya sokacağından dolayı yasaklanmıştır.

[13] Ceneb: Zekât verecek olan mal sahibinin, kendi malını yerinden uzaklaştırmasıdır. Bu da zekât memuruna zorluk oluşturacağı için yasaklanmıştır.

[14] Şiğâr: Mehir alıp vermemek için, iki kişinin birbirinin yakınlarından birer kadınla evlenmeleridir. Yani bir kimsenin diğer bir kimseye: Kızını benimle evlendir, bende kızımı seninle evlendireyim demesi yahut kız kardeşini benimle evlendir, bende kız kardeşimi seninle evlendireyim, demesidir.

[15] Sünen-i Ebû Dâvud, Zekât 9; Sünen-i Nesâî, Nikâh 60.

[16] Taberânî, Mu’cem’ul-Kebir, Hadis No: 14950; Beyhakî, Delâil’ün-Nübüvve, 1/25, 26.

[17] Sahih-i Buhârî, Ezan 18, Edeb, 27.

[18] Sahih-i Müslim, Hac 51 (310).

[19] Sünen-i Dârimî, Mukaddime 49.

[20] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 19147.

[21] Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 339/5; Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 948.

[22] Sünen-i Ebû Dâvud, Sünnet 6; Sünen-i Tirmizî, İlim 10; Sünen-i İbn-i Mâce, Mukaddime 2.

[23] İmam Mâlik, Muvatta, Kitab’ul-Kader 3.

[24] Sünen-i Dârimî, Mukaddime 17.

[25] Muhtâr’ül-Ehâdîs’in-Nebeviyye, Hadis No: 250; Râmûz’ul-Ehâdîs, s. 291/1.

[26] Sünen-i Dârimî, Mukaddime 16

[27] Ahmed b. Hanbel, Müsned, Hadis No: 16356.

[28] Sünen-i Tirmizî, İlim 15.

[29] Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 904; Râmûz’ul-Ehâdîs, 61/4. Bu husus dir diğer nakilde de şöyle geçmektedir: إذَا اخْتَلَفَت أُمَّتِي فِي الْاَهْوَاءِ فَعَلَيْكُمْ بِدِينِ الْاَعْرَابِ.(عد عن ابن عمرو) ″Ümmetim arasında, görüş ayrılığı sebebiyle ihtilaflar arttığı zaman köylülerin dîni üzere olun.″ (Kenz’ul-Ummal, Hadis No: 30964)

[30] Sahih-i Buhârî, Rikâk 34.

[31] İmam Gazâli, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c. 3, s. 177; Kütüb-i Sitte, c. 2, s. 342.

[32] İmam Gazâli, İhyâu Ulûmi’d-Dîn, c. 3, s. 177.


.